Özel Cezaevi

Kategori: Edebiyat Yazar: Kemal Demirel Yayınevi: Dünya Aktüel

Özel Cezaevi

  • Yayın Tarihi: 27.01.2005
  • ISBN: 9789753041126
  • Dil: TÜRKÇE
  • Sayfa Sayısı: 86
  • Cilt Tipi: Karton Kapak
  • Kağıt Cinsi: Kitap Kağıdı
  • Boyut: 13.5 x 19.5 cm
Tanıtım Bülteni
Genç Adam, gönüllü hapisliğini seçmişti... Yaşadıkları ve yaşayacaklarının iççöküntüsü yönlendirmişti onu 'Özel Cezaevi' ne. Bir kaçış değildi bu, kendine olan' ı yaşatmak, kaybettiği özgürlüğünü, umutlarını bulmaktı niyeti... Yabancılaştırıldığı dünyaya geri döndüğündeyse asıl hapisliğini yaşamaya başladı. Taşlaşmış vücutlar, kurtarıcısını bekleyen çaresizler, yüzlerini arayan benlikler sardı etrafını... Bu karanlık zindandan kurtuluş anahtarı ise varlığında saklıydı.Kemal Demirel' in, farklı türlerdeki yapıtları arasında tek öykü kitabı Özel Cezaevi. Yazın dünyasının odak noktası olan, insanın kendine, çevresine yabancılaşmasının getirdiği uyumsuzluğu, farklı bir duyarlılık evreni yaratarak yansıtıyor bu kez...
Kitap AdıFormatBoyutBağlantı
Özel CezaeviPDF3.57 MB İndir
Özel CezaeviEPUB3.99 MB İndir
Özel CezaeviMOBİ3.15 MB İndir
Özel CezaeviODF3.36 MB İndir
Özel CezaeviDJVU4.20 MB İndir
Özel CezaeviRAR2.73 MB İndir
Özel CezaeviZIP2.52 MB İndir

Sponsorlu Kitaplar

SatıcıKitap AdıBağlantı
BKM KitapSessizlik Artık SensizlikSatın Al
KitapyurduYüreğin Yorgunluk GörmesinSatın Al

Kitap Yorumları - (1 Yorum)


Odama yapraklar düşüyor bu arada, penceremin önündeki ağaçlardan. Bu ağaçların dikildiği zaman çocuktum, can suyu verilirken oradaydım, apartmandan çekilen hortumla birbirimizi ıslatıyorduk arkadaşlarla. Ben de bunları bir şekilde tez yazmalıyım. Neyse, Demirel’in öyküleri. Demirel kendi parmaklıklarını özenle yaratmış, öykülerin her birinin kendine özgü bir sesi, dünyası var. Karanlık dünyalar. Yıldırım Keskin’in öykülerine benzer büyülü durumlar var, Samarakis’te de benzerleri vardı, Bloom mu diyordu üçüncü dünyada yazılan metinlerin çoğunun bir nevi baskıcı rejim alegorisi olduğunu? Zamanında bayağı tartışılmıştı bu görüşü doğuran konu, Adichie’nin karşı argümanları falan çok sağlam bir eleştiri getiriyordu mevzuya ama çok dağıttım, toparlıyorum, öykülere dönüyorum. Özel Cezaevi, kitaba adını veren öykü. Diyalogla başlıyor, anlatıcıyla ikinci veya kaçıncı olduğu bilinmeyen kişiliği, belki bir arkadaşı arasında geçen diyalogdan anlatıcının özel cezaevine girmesinden çok önce yazılmış bir öykü olduğunu, anlatıcının hikâyesiyle o öykünün birleşeceğini, böylece yepyeni bir anlatı oluşacağını görüp tamamen anlatıcıya dönüyoruz, diğer kişi ara ara karşımıza çıkıp diyalog kuracak ve anlatıyı biçimlendirecek.
Anlatıcı işinden ayrılıyor, kendisini bir yerlere sabitleyen bağlardan kurtuluyor ve birini bekleyen bir kız üzerinden geçmişiyle hesaplaşıyor, kaçırdığı onca şeyi düşünüp kendi kendine avunuyor, artık cezaevine gidebilir. Yola çıkmadan önce bir arkadaşına rastlıyor, arkadaşı onu gitmekte olduğu adliyeye götürüyor. Anlatıcı için adaletin simgesinin gözlerinin açık olması gerektiğini görüyoruz, her şeyi bilen bir gözün teraziye veya tarafsızlığa ihtiyacı yok, zaten kararlar doğru olarak alınacağı için erdemli bir insan adaleti sağlayabilir. Sonrası cezaevi, hatta zindan. Gereken parayı toparlıyor anlatıcı, altı aylığına kitap bile okuyamayacağı bir hücreye giriyor. Yalıtılmışlık. Uyarılmanın neredeyse hiçe indirgendiği bir ortamda yatağın uçması, parmaklıkların biçim değiştirmesi, anlatıcının tek hücreli bir canlı olarak yaşamaya başlaması, her şey mümkün. Amaç bir anlamı bulmak, anlam arayışı hiçbir şeyin ortasında da sürüyor, bir nevi logoterapi. Diyaloglardan birinde anlatıcının kendini kapatarak yaşamdan kurtulabileceğini düşündüğünü öğreniriz, gerçekleşmeyen bir hayal. Sonuçta altı ay dolar, zaten kilitli olmayan kapıdan -Auster’ın metinleri arasında gezinen bir metninde de kilitli olmayan kapının aslında tutsak olmayışı imlediğini hatırlıyorum- çıkan anlatıcı, yağmur altında yürürken iki ölüyle, iki çukurla ve ölüleri çukura sokacak insanlarla karşılaşır. Ölüm karşısında son anlam kırıntısını yakalar, “yakan ışığa uçan kelebekler gibi” koşmaya başlar. Son.
Kukla nam öykü. Banliyö treninde unutulan bir paketin içinden çıkan kukla ele geçirilir ve anlatıcının çizgileri bulanıklaşır, iki anlatıcının diyaloğundan yaşamaya dair küçük bir mucize çıkar, anlam bir an için parıldar ve kaybolur. Son istasyonda kukla aynı poşete, aynı yere konur. Anlık bir büyü işte, şahane.
Karanlıkta Resim Yapan Adam’da bir adam ve bir adam daha var, Demirel’in tercihi. Resim yapan adam, diğerini atölyesine davet eder. Işık yoktur, karanlıkta yürürler ve tabloları incelerler. Davet edilen adam hiçbir şey görmez, bir resim dışında. Gördüğü resmi çok beğenir, ressam resmi adama hediye eder ve adam giderken arkasından bakıp görebilen bir kişinin çıkmasını uzun süredir beklediğini söyler. İnancını hiç kaybetmemiştir. Aslında her şey karanlıktadır; bir araya getirilen onca sözcük, fırça darbeleriyle biçimlenen onca resim, aydınlıkta bile karanlıktadır, görülene kadar.
Kunduracının Mavalı için Kurtarıcı’yı bekleyen kentlilerin Kurtarıcı’nın gelmeyeceğini öğrenmeleriyle kurtulmaları konulu bir öykü denebilir. Kunduracı’nın Zerdüşt rolü sağlamdır, kendisini dinleyen insanlara yaptığı açıklamalar bir şeylerden kurtulmayı bekleyen, atıl toplumu yeterince sarstı mı bilmiyoruz, yaptığı konuşmadan sonra Kunduracı basıp gidiyor ama şöyle sağlam bir sarsıyor dinleyenleri, kenti bambaşka bir istikamete sokup ortadan kayboluyor. Bir anti-peygamber olduğu söylenebilir. İyi adamdır, Tanrı’yla birlikte çoğu şeyin sınırlarını baştan çizmiştir.
Birkaç öykü daha var, onlar da pek sağlam. Özellikle Koltuk Destekleri için ne diyeyim bilemiyorum, bizdeki en sıkı öykülerden biri olabilir.
Kemal Demirel’in neyine rastlarsam okurum bundan sonra, kaçmamalı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

*

*