O Gün İçin Bir Şemsiye

Kategori: Edebiyat Yazar: Wilhelm Genazino Yayınevi: Jaguar Kitap

O Gün İçin Bir Şemsiye

    Tanıtım Bülteni
    O Gün İçin Bir Şemsiye’nin kırk altı yaşındaki anlatıcısı, bir “ayakkabıdenetçisi”dir. Satışa sunulacak yeni modelleri test etmek için Frankfurtsokaklarında henüz sadece kendisinin giyebildiği ayakkabılarla gezinir.Hayatta kendi yolunu bulamamıştır, ama yolda eski aşklarını, arkadaşlarınıve anılarını bulur. Bir “varış noktası” yoktur görünürde, ama heradımda insan ruhunun görünmez yerlerine biraz daha yaklaşır. Sadecesokaklarda değil, bilincin coğrafyasında da yürür ve sıradan görünen birinsanın ne denli sıradışı olabileceğini düşündürür. Varoluşsal sorgulamalariçin alışılmadık ölçüde canlı üslubu ve keskin gözlem gücüyle eşyayave insanlara her baktığında hayatın bize unutturmaya çalıştığı bir gerçeğihatırlatır: Yine hayatın kendisini.Hayatlarının yağmurlu ve uzun bir günden, bedenlerinin de o gün içingereken bir şemsiyeden başka bir şey olmadığını hissetme noktasına gelmiş insanların, Wilhelm Genazino’yla derin ve keyifli bir yürüyüşeçıkacakları O Gün İçin Bir Şemsiye’yi Çağlar Tanyeri Almanca aslından çevirdi.
    Kitap AdıFormatBoyutBağlantı
    O Gün İçin Bir ŞemsiyePDF6.23 MB İndir
    O Gün İçin Bir ŞemsiyeEPUB6.96 MB İndir
    O Gün İçin Bir ŞemsiyeMOBİ5.49 MB İndir
    O Gün İçin Bir ŞemsiyeODF5.86 MB İndir
    O Gün İçin Bir ŞemsiyeDJVU7.32 MB İndir
    O Gün İçin Bir ŞemsiyeRAR4.76 MB İndir
    O Gün İçin Bir ŞemsiyeZIP4.39 MB İndir

    Sponsorlu Kitaplar

    SatıcıKitap AdıBağlantı
    BKM KitapSessizlik Artık SensizlikSatın Al
    KitapyurduYüreğin Yorgunluk GörmesinSatın Al

    Kitap Yorumları - (5 Yorum)


    Yürümek iyi bir iş değil, iyi olsa şemsiyeliğinden pek de memnun olmayan adamımız zannediyorum ki nesneleri, anıları, insanları ve yaşamını birbirine karıştırmazdı. Anlatıcı olarak kendisinin hikâyesini dile getirir, bu iyi değildir. “Hayatımın, hayatımın bir incelemesine dönüşmesinden hoşlanmıyorum.” (s. 155) Bir şeyin güzelliğini düşünmenin o güzelliği örselemesinden nasıl kaçınılacak, idrak etmeden yaşamanın bir olasılığı düşünme yetisinden uzağa düşmekte yatıyor bu, evet ama toplum böyle bir yaşamı istemiyor, toplum insanı bilincini koruması yönünde zorluyor, aksi halde parmaklıklar ardına atıyor ve diyor ki, “Sen bu halinle işime yaramazsın, bu tür maddeler kullanmamalısın.” Madde kullanmak. Bir olasılık, tehlikeli olanından. Adamımız tehlikeden biraz uzak, herhangi bir şey kullanmıyor. Kırk altı yaşında. Ayakkabı denetçisi. Giydiği ayakkabılarla kentte dolanıp duruyor ve hissettiklerini raporlaştırıp işverenine teslim ediyor. İşi bu. Ölümden uzak, ölümle bir işi olmasa da adım adım yaklaşan bir karanlık var, bu onu çabalayan birine dönüştürüyor. Çabalamayı bırakırsa delirir, bazen delirmeyi çok istiyor ama yaşamı, dünyayı her şeyiyle, olduğu gibi kabul edemiyor bir türlü, kabul edebilseydi, işte o zaman delireceğini düşünüyor. Ölümü olduğu gibi kabul edemiyoruz, yaşamı da aynı şekilde, tam bir yalınlığı deliliğin yüzlerinden biri olarak görüyoruz.
    Hızlı geçişlerden bahsetmem gerekiyor, mutsuz olduğu zamanlarda mutluluğu arayan adamı hatırlıyorum, yaşamın olağanlığındaki detayları fark ederek yırtıyordu mutsuzluktan. Ha, neydi, aslında yavaş yavaş kayışı koparıyordu ama mutluluğun derecesi arttıkça önemsizleşiyordu bu. Her zaman izlenecek bir şeyler, düşünülecek bir şeyler vardı, burada da var. Adamımız yürüdükçe okul çocuklarını görüyor, okul çocukları üzerinden kendi yaşamını biçimliyor ve havada süzülen bir kağıt parçasına takılıyor bu kez, kendi yaşamının uçuculuğuna bağlanıyor, her şey birbirine bağlanıyor ve bütün bunlar, nesnelerle düşüncenin iletişimi çizgi üzerine çizgi çekiyor, çizgiler koyuruyor ve derinleşiyor, yüzeyde iz bırakmaya başlıyor ve daha derine işliyor. Daha derine, adımlar sürdükçe. Adamımız yürüyor, başka hiçbir şey yapmıyor. Tanıdıklarına rastlıyor, yirmi yıl öncesinin arkadaşları, sevgilileri, tanıdıkları, nefret ettikleri, hepsi şehrin bir yerinde karşısına çıkıyor ve hepsiyle bir şekilde iletişimini sürdürüyor. Onların yaşamlarını hatırlıyor, ne iş yaptıklarını biliyor ve yalanlara başvurarak hepsini anlatıyor. Doğruları aralardan seçebiliyoruz, isteğince. Dalgıç gözlükleri yüzünden terk ettiği ilk sevgilisi, mekanik bir sevişmenin sonunda dükkânından çıktığı kadın, yeşillendiği bir başkası, hepsinin bir noktada birbirine bağlanabilmesi adamın düşüncesini sürüklüyor, düşünce peşte bir sürüngene dönüşüyor, üç kuruş paraya yapılan işin asıl getirisi düşünceler ve delirmekten biraz daha uzaklaşmak oluyor. Üç kuruş, “dünyada kendi icazeti olmaksızın dolanan bir adam” için gayet yeterli ama kendisini terk eden sevgilisinin istekleri için acınası ölçüde yetersiz. Kadın, adam için ortak hesaplarında bir miktar para bırakmış, adam bu paraya dokunmak istemiyor. Başkaca, çocukluğunu hatırlamak istemiyor, çocukluğunun bir anlatıya dönüşmesini istemiyor. Bunlar izlek. Genel olarak hatırlamamak istiyor ve en büyük yardımcısı yürümek, yürümezse hatırlayacak. Yürümekle ilgili onca kitap okundu, yürümekle kaybolmak arasındaki bağlantıları hatırlayın. Solnit’in anlattıklarını, Le Breton’u ve Gros’u hatırlayın, sonra yürümeye başlayın ki hatırlamayın. Yürümek, evet, ilk adım hatırlayıştan gelir, ikinci ve sonrakiler unutuştan.
    Düşünce panayırı, oradan oraya atlayışlar ve pek çok sokak, adımlanacak yollar düşüncenin sokaklarında filizleniyor önce. Martıların sokaklarının uçuşta filizlenmesi gibi. Ailenin attığı ilk tohuma da bir yerde rastlıyoruz; öpülmeye isteksiz bir annenin babayı ve diğer erkek kardeşi itmesi de bu sokakların ortaya çıkarken çarpılmasına yol açtığı bariz, adamın karşılaştığı onca kadın, ulaşılmazlar topluluğu olarak hep bir adım ötede duruyor. Küçük kıçını bir güzel çavuşladığı kadın bile ulaşılabilecek bir yerde değil, bir insanın diğerine dokunamayacağının farkında bu adam, Ishiguro’nun hiçlik zeminini hatırlıyorum hemen. Derinlik sandığımız şeyin yoklukta beliren bir yanılsama olduğunu anlamıyoruz, yokluğa daha da fazla kapılıyoruz, ötesinde hep bir şeylerin olduğunu düşünüyoruz ama sonsuz bir düşüşten başka bir şey yok. Her insanın kuyuluğu bu nafile çabada beliriyor. Kendisini terk eden kadına, Lisa’ya yaklaşmaya çalışan adamın başına sadece “yaşamın geldiğinden” haberi çok sonra olacak, her şey olup bittikten sonra. Öğrencileriyle baş edemeyen Lisa, malulen emekli olup kafayı kırınca yapacak hiçbir şey kalmıyor. Bu şeye benziyor; bir ânın hayatımızın en güzel anı olup olmadığını, o an anıya dönüşmeden bilemeyiz, dolayısıyla o ânı hiçbir zaman yakalayamayacağız, yakalar gibi olacağız ama bunun boşa çabalamak olduğunu bileceğiz. Bunu bir kere anladıktan sonra -yine an- gideni rahat bırakabileceğiz, yoksa omuzda bir çöküntü olarak kalacak.
    Sadece yürümek, sadece akış, tercihlerle beliren düzen, sürüklenilen kaos, Genazino yine biraz kül, biraz duman bırakıyor geriye. Yine denizin sakin hakikatini aradım bugün, dalgaların gelişini ve gidişini Calvino’dan başkası anlatmamalı belki ama Genazino’nun “yaşayan” insanlarından başkası da sezdirmemeli.


    Wilhelm Genazino ile tanışmayı Mutsuzluk Zamanlarında Mutluluk kitabı ile yapmayı planlarken O Gün İçin Bir Şemsiye kitabı ile oldu ilk tanışmamız. İyi de oldu, bu kitabı da zevkle okudum. Sırada Mutsuzluk Zamanlarında Mutluluk var.


    Düz sade bir kitap ekstra birşey beklemeyin.Tabi zevkler ve algı değişkendir.


    Genazino’nun ikinci kitabıydı. O olağan akıştaki nüansları, detayları, insanları gözlemleme becerisi ve bunu da cümlelere dökerken, kendinin geçmişteki anılarıyla yer yer bağıntı kurması… Genazino hakikâten müthiş.


    Oldukça derin etkileyici bir anlatımdı severek okudum.

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    *

    *

    *