Nefes  Bir Karar

Kategori: Edebiyat Yazar: Thomas Bernhard Yayınevi: Sel Yayıncılık

Nefes Bir Karar

    Tanıtım Bülteni
    Thomas Bernhard hayatının dönüm noktalarını sakınmasızca açtığı otobiyografik beşlemesinin üçüncü kitabı Nefes – Bir Karar’da, yine önemli bir kesite tanık ediyor okuru. Adeta ölümüne çalıştığı Kiler’den ağır bir hastalık nedeniyle kopmak zorunda kalan genç Thomas kendini, bütün entelektüel gelişimini borçlu olduğu dedesinin yatırıldığı hastanede bir ölüm koğuşunda bulur. Hayatının son demlerini yaşayanlar ve ümitsiz vakalar arasında, hem kendisinin hem de ailesinde tek iletişim kurabildiği insanın ölümünü çaresizce beklemek onda onulmaz yaralar açmıştır. Psikolojik çöküntü ve fiziksel ağrılarla boğuşmak, bir süre sonra varoluşuna ve geleceğine dair fikirlerinde yepyeni değişimleri getirecektir.Bernhard yaşadığı ağır deneyimin yarattığı travmaları ve korkuları samimiyetle paylaşırken, okuru da bu büyük yazarın gelişim evrelerini sorgulamaya itiyor.
    Kitap AdıFormatBoyutBağlantı
    Nefes Bir KararPDF6.23 MB İndir
    Nefes Bir KararEPUB6.96 MB İndir
    Nefes Bir KararMOBİ5.49 MB İndir
    Nefes Bir KararODF5.86 MB İndir
    Nefes Bir KararDJVU7.32 MB İndir
    Nefes Bir KararRAR4.76 MB İndir
    Nefes Bir KararZIP4.39 MB İndir

    Sponsorlu Kitaplar

    SatıcıKitap AdıBağlantı
    BKM KitapSessizlik Artık SensizlikSatın Al
    KitapyurduYüreğin Yorgunluk GörmesinSatın Al

    Kitap Yorumları - (5 Yorum)


    Avusturya büyük, Viyana çıkışsız, Salzburg çocukluğun mezarlığı, sokaklar ters yöne koşmalık. Beden? Beden ilk başta gömülünen yer. Ruhun parmaklığı. Bernhard’ın kendi bedenini sağaltmak için aklını kaçırmamaya ihtiyacı var, koğuşu hariciye koğuşlarının dokuzuncusundan daha ürkünç ve ölüm, her an. Epigraf Pascal’dan, anlaşılır: “İnsanlar ölümün, çaresizliğin ve belirsizliğin çözümünü bulamadıklarından, mutlu olabilmek için bunlar hakkında düşünmemeye karar vermişlerdir.” (s. 5) Algının kodlarını çözemeyen bir beyin yoksa düşünülür, Bernhard düşünmek zorunda. Kendisi için olmasa da büyükbabası için. Birkaç gün arayla hastalanıp hastaneye kaldırıldılar, aralarında birkaç yüz metre vardı. Büyükbaba yaşlılıktan yattı -sonradan başka bir problemi olduğu, altı ay önce yaptırması gereken tahlili yaptırmadığı, yaptırsaydı belki de ölmeyeceği, ölse de ölümün korkusu ve acısıyla birlikte öleceği, bunları bilmeden ölmenin daha iyi olduğu ortaya çıkacaktı, çıktı ama henüz oraya yetişemedik, yetişeceğiz- ve Bernhard umursamazlığından. Bakkalda çalışırken soğuk aldı, şan eğitimine devam ediyordu ve mutluluktan ciğerlerine çöreklenen rahatsızlığın ciddiyetini fark edemedi. Büyükbabasını hastanede ziyaret ettiğinde baygınlık geçirdiği zaman onu da hastaneye yatırdılar. Akciğerleri iltihaplanmıştı, ponksiyon yapıldı -akciğerlerinden kıvamlı, leş sıvı çıkarıldı- ve koğuşlardan birine alındı.
    Bernhard mutlak yalnızlığı orada gördü. Kimse kendisiyle ilgilenmiyordu, hastalar kendileriyle de ilgilenmiyorlardı, sadece ölmeyi bekliyorlardı. Doktorların Latince sözcüklerinden pek bir şey anlaşılmıyordu, hastalar acı içinde sağa sola dönmeye çalışırken yataklardan gelen gıcırtılar daha çok şey anlatıyordu. Etraf ölümle kuşatılmıştı ve sesler dayanılmazdı. Turşu kavanozuna dolan iltihap, pompanın emme sesi katlanılmaz hale gelince Bernhard bayıldı, düşüncesinin kaynağı kendini korumuş oldu. Geçici olarak.
    Geceyle gündüz ayrılmaz hale geldi, arada takılan serumların sayısı unutuldu, ara sıra ortaya çıkan akrabaların yüzleri günlere karıştı ve periyodik olarak gelip kolları kaldıran hemşireler saatin yerine geçti. Bernhard ölüm koğuşuna götürülüyor ve yağlanıyor, sağlığı o kadar bozuluyor ki ölüme çok yaklaştığı düşünüldüğünden hazırlıklar yapılıyor. Kolun kalkık duracak mecali olmasa da Bernhard savaşacak ve hayatta kalmaya çalışacak, rahatça ölebileceği koğuşa götürüldüğünde önceki koğuşuna dönebileceğini biliyor. Bunu bilmek için komşu yatakta yatan adamın ölmesi gerekti, adamı çinko tabuta koyup götürdüler. Bu kadar. Çamaşır ipindeki çamaşırlar yüzüne düşseydi hareket edemediğinden o da ölecekti, birkaç santimle yırttı. O an ne olursa olsun ölmeyeceğine karar verdi. Ölse de ölmeyecekti muhtemelen. Yaşayacaktı. Nefes… Nefes almalıydı, yaşam enerjisini bir sonraki nefesine saklamaya karar verdi. Bir sonrakine de. Bir sonraki…
    Koğuşa gelenler en fazla bir gün kalıp gidiyorlar, ölü olarak. Yerlerine başkaları geliyor. Sonsuz bir döngü, ölmeyi bekleyen ne çok insan olduğunu gören Bernhard şaşırıyor. Kendisi onlardan biri olmayacak. En kötü kısmı atlattı, şimdi gücünü toparlamaya ihtiyacı var. Büyükbabasını düşünüyor, hayatta ona güç veren tek insanı. “Hiçbiri, hatta annem bile beni kabullenmezken büyükbabam kabullenmişti.” (s. 19) Büyükbabanın ziyaretleri çok önemli, ara sıra gelmese de genellikle torununun yanında. Rahatsızlığının ne olduğunu, hastaneye neden yattığını söylemiyor, diğerleri de söylemiyorlar ama yaşlı adam geliyor, önemli olan bu. Ölümün gündelik bir olgu olduğu yerden uzaklara, yaşamın tam kalbine gidilecek ve zamanları var. En önemlisi de Bernhard’ın ruhu biçimleniyor ve ölümün çürütücü korkusundan arınıyor, prosedüre yakından tanık olduğu için ondan sıyrılarak onu anlatabilir hale geliyor. “Burada gördüklerimi tamamen doğal olarak içselleştirdim, her birini normal akışın bir parçası olarak gördüm.” (s. 25) Bu, büyükbabayla Podlaha’nın kazandırdıklarının çok ötesinde bir kazanım. Karar verme mekanizmasından yaşamı göğüslemeye kadar pek çok yetenek burada kazanıldı, Bernhard ruhunu burada katılaştırdı ve her şeyin bir tiyatro olduğunu yeniden düşündü; rahipler, doktorlar, hastalar, hastane…
    Doktorlara duyulan nefretin kaynağını burada buluruz yine, aslında yine insana duyulan nefrettir bu. Sağlıklı olanları bile hasta edebilecek bir ortamın en büyük suçluları hemşireler ve doktorlar. Bakkalın bulunduğu mahallenin kötü nam salmasından sorumlu olan devletin ürettiği tipler. Büyükbabanın görüşüne göre hastalığa yakalanmak ve günleri hastanede geçirmek sanatçıya çok şey kazandırır, hatta kendi kendini hasta etmeye yetecek kadar kurgusal döküntü de birikir ama Bernhard’ın doktorları gömmesine engel değildir bu. Doğru kararlar veremezler çünkü kendilerinden hiçbir zaman emin değildirler, memurların cansızlığıyla çalışırlar ve içlerinde en küçüğünden bir merhamet bile yoktur. İşlerini iyi bilmezler, bildiklerini zannedip hastaların mevcut sağlığını da bozarlar veya bildiklerinden şüpheye düşerek ölümlere yol açarlar. “Doktorlar ya megaloman ya da çaresizdirler, iki durumda da hastalar inisiyatifi ellerine almazlarsa onlara zarar verirler.” (s. 36) Bernhard’ın yazınsal birikimini sorguladığı kısım da bunun hemen ardından gelir, yazar bir konu hakkında nasıl bu kadar emin olabilir? Emin olmak önemli değildir, “yapaylık ve sahteliğin olmaması” önemlidir Bernhard için. Hiçbir şeyin mükemmel olmadığını kabul ettikten sonra yazmak çok daha kolay bir hale gelir. Büyükbabanın yarım kalan metnini düşünüyorum, mükemmelliği istediği için Bernhard’ı zorla liseye yollamış olabilir, aynı sebepten de ölümüyle birlikte eseri yarım kalmıştır. Daha iyi bir metin oluşturmak, daha iyisini yaratmak için zaman yeterli değildir, ölüm noktayı koyduğu an daha iyi bir eser ortaya çıkarır.
    Mücadele. Zihin bedeni yönetir. Zihin bedeni yönetir, üç defa. Bernhard bunu hep tekrarlar, büyükbabanın öldüğünü duyduktan sonra, her gün. Anneyle yakınlaşma, iyileşme. Otel benzeri bir yere, hastaneye nakil. Doktorlara küfür, veremli olmayan Bernhard hastalardan verem kaparsa? Geçici bir arkadaş, yaşıtı. Edebiyat ve felsefe. Dönüş, büyükbaba yok artık. Yıkım. Geçit törenlerinin, askerliğin ve savaşın saçmalığı. En sonunda sanatoryuma çağrı. Nokta.


    Otobiyografik serinin üçüncü kitabında henüz 18 yaşında çocuk bile sayılabilecek bir yaşta Thomas Bernhard’ın yaşadığı ağır tecrübeyi ve ağır dramlarla dolu hayatını okuyoruz. Bu kitapta dedesi ile olan bağını daha iyi hissettim. Dedesi onu hep müzik alanına yöneltmiş olsa da; dedesi ile çocukluğundan beri kurduğu diyalog ve yaptıkları sohbetler, onu felsefe ve edebi manada beslemiş ve yazar kimliğinin temellerini atmış.


    Thomas Bernhard’ın ciğerlerindeki rahatsızlığı yüzünden hastaneye yatması ve bu dönemde dedesinin rahatsızlığından bahsediyor. Dedesinin kaybından sonraki psikolojisinden bahsediyor.


    Bu seriyi gerçekten büyük bir keyifle okuyorum…


    Otobiyografinin üçüncü kitabı. Muhalif ruhlu yazarımız bu kitapta yakalandığı hastalığı ve bu dönemde yaptığı gözlemleri aktarıyor. Serinin diğer kitaplarına göre biraz daha az akıcı.

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    *

    *

    *