Kırmızı Pazartesi

Kategori: Edebiyat Yazar: Gabriel Garcia Marquez Yayınevi: Can Yayınları

Kırmızı Pazartesi

  • çevirmen: İnci Kut
  • Kapak: Utku Lomlu
  • Yayın Tarihi: 15.04.2019
  • ISBN: 9789750721571
  • Dil: TÜRKÇE
  • Sayfa Sayısı: 120
  • Cilt Tipi: Karton Kapak
  • Kağıt Cinsi: Kitap Kağıdı
  • Boyut: 12.5 x 19.5 cm
Tanıtım Bülteni
Kolombiyalı büyük yazar Gabriel García Márquez’in 1981’de yayımlanan yedinci romanı Kırmızı Pazartesi, işleneceğini herkesin bildiği, engel olmak için kimsenin bir şey yapmadığı bir namus cinayetinin öyküsü. Hem Kolombiya’da, hem de yayımlandığı dünyanın dört bir yanındaki pek çok ülkede sarsıcı etkileri olmuş bir roman. Usta yazar, çocukluğunu geçirdiği kasabada yıllar önce yaşanmış bir cinayet olayını aktarıyor. Romanın kahramanı Santiago Nasar’ın öldürüleceği daha ilk satırlardan belli. Kırmızı Pazartesi, yalnızca bir cinayetin arka planını değil, bir halkın ortak davranış biçimlerinin potresini de çiziyor. Böylece, sonuna dek ilgiyle okuyacağınız bu kısa ve ölümsüz roman, bir toplumsal ruhçözümü niteliği de kazanmış oluyor.
Kitap AdıFormatBoyutBağlantı
Kırmızı PazartesiPDF4.98 MB İndir
Kırmızı PazartesiEPUB5.57 MB İndir
Kırmızı PazartesiMOBİ4.39 MB İndir
Kırmızı PazartesiODF4.69 MB İndir
Kırmızı PazartesiDJVU5.86 MB İndir
Kırmızı PazartesiRAR3.81 MB İndir
Kırmızı PazartesiZIP3.52 MB İndir

Sponsorlu Kitaplar

SatıcıKitap AdıBağlantı
BKM KitapSessizlik Artık SensizlikSatın Al
KitapyurduYüreğin Yorgunluk GörmesinSatın Al

Kitap Yorumları - (5 Yorum)


Kitabın konusunun namus kavramı etrafında şekillenmiş olması, size ilk başta namus kelimesinin tanımını bilme ve öğrenme ihtiyacını hissettiriyor. Hakikaten nedir bu namus? Binlerce yıldır dillendirilen bu kavram nedir? Kime göre ve neye göre? Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki: namus kelimesi Türkçeye Arapçadan, Arapçaya da Antik Yunandan geçmiştir. “Kurucu ilke” veya “genel ilke” manalarına gelmektedir. Yani toplumu oluşturan bireylerin  muhalefet edemeyeceği ilkeler. Peki Türkçedeki anlamı nedir?… En basit haliyle “kadının cinsel davranışları üzerinde sözde erkeğe tanrı tarafından verilmiş denetim hakkı ve cinsel organı üzerinde sözde ilahi buyrukla onaylanmış erkek tahakkümü” anlamında kullanılmaktadır. Namus gerçeğinin toplumlar üzerinde öyle bir etkisi var ki… Binlerce km uzaklıktaki bir yazarın, yaşadığımız toplumun da bir gerçeği olan bu kavram üzerine roman yazması, okuyucuyu doğrudan etkileyen birinci unsur oluyor. Şöyle ki: anlatılan konuya aslında çok da uzak kalmıyor okuyucu… Evet evet diyor okuyucu… Bu hikayeyi sanki internette bir yerde okumuştum, sanki gazetenin 3.sayfasında böyle bir haberi daha önce görmüştüm diyebiliyor.
Toplum, namus kavramını kendince sınırının aşılmaması gereken bir olgu olarak kabul etti ve bu sınırı aşana ölüm de olsa ceza verdi ve bu hususu göz göre göre yaptı. Görmedim, duymadım, bilmiyorum… Peki, namus kavramı neden sadece kadınla ilişkilendirilir ki… Kadının toplumda “zayıf olarak görülmesi” kötü olarak nitelendirilen namus kavramına aykırılığın sadece kadın tarafından işlenebileceği manasına mı gelmektedir? Ya da şunu mu diyeceğiz: Namus uğruna bir kadın veya bir adam öldürülebilir mi? Ölüm mü daha ağır yoksa namus mu? Romanın en dikkat çeken yönü şurası: ölümün namus lekesinden daha hafif olarak algılanması ve de toplumun bu gerçek karşısında duyarsızlaşması.
Romanın ikinci bir yönü var ki… Burası tartışılmaya muhtaç ve romanın işlediği bu konunun diğer bazı kavramlara teşmil etmesi muhtemel…Ya da şöyle diyelim: Bu romanın içeriğini oluşturan, toplumun kutsadığı namus kavramı başka bir romanda, başka bir toplum tarafından ve de başka bir kavramla kutsallaştırılıp kırmızı çizgi ilan edilebilir mi? Romanda geçen namus kavramı örneğin başka bir toplumda milliyetçilik, ırk üstünlüğü, inanç farklılığı, zenginlik, dil üstünlüğü gibi kavramlarla açıklanıp bu kavramlar kutsallaştırılabilir mi? Mesela bir toplum ırk üstünlüğünü savunup başkalarını reddedebilir mi? Kendine özgü milliyetçilik tavırlarıyla bütün diğer milliyetleri reddedebilir mi? Zenginliğin o “heybetli duruşunu” kutsayıp, diğer bütün bireyleri dışlayıp her şeyi onlara reva görebilir mi? İnanç farklılığından dolayı insanlar katledilebilir mi? Ya da insan iradesi dışında olan dillerin birisi kutsanıp bunu konuşmayan toplumların bireyleri şeytanlaştırılabilir mi? Kısacası; bir toplum, kendinden olmadığını düşündüğü bir şeye yaşam hakkı vermeyecek mi ya da bu değerlere zıt kişiye ölümü meşru mu görecektir? Peki, bu toplumların kendince kutsallaştırıp kabul ettiği genel bir ilke aslında genel bir ahlak yasasını temsil etmiyorsa, içi kötülük yüklü bir kavram haline gelmişse ya da bir toplumu uyuşturan bir hale gelmişse ne yapacağız. Gene de kutsamaya devam mı edeceğiz?
Romanın üçüncü ve de farklı bir teknikle yazılma konusu var ki… İlk başta böylesine bir teknikle karşılaştığınız için şaşırıyorsunuz, sonra bir bakmışsınız size garip gelen bu husus aslında sizi bizatihi olaya dahil ediyor; romanın mekanları olan meyhanede bulunuyor, sokakta Santiago Nasar’ı bekliyor ya da kasabaya gelecek olan piskoposu limanda karşılıyorsunuz. Kullanılan bu röportaj tekniği sayesinde, konusu cinayet olan bu romana ve olaya okuyucuların adeta bir dedektif gibi odaklanması isteniyor; ama olayın aydınlatılması için uğraşan bir dedektif değil cinayetin bütün detaylarına şahit olan bir dedektif.
Olayın ilginç bir yönü de şu ki: Santiago Nasar öldürülürken hiç kimsenin bir şey yapmaması ya da sizin okuyucu olarak bizatihi olayın içindeyken elinizden bir şey gelmemesi. Muhtemelen romanın okuyucuları düşünce olarak iki zıt gruba ayrılmışlardır. Santiago Nasar’ın öldürülmemesi gerektiğini söyleyip ölüme engel olunacak mı diye kendini romana kaptıranlar, ikinci grup ise “Santiago Nasar namussuzluk yapmıştır ölümü de haketti” diyenler. Kitabın namus kavramı üzerinde okuyucuları derin bir düşünmeye sevk etme gibi bir görevi de bulunmakta. Bu husus sayfalarca açıklanmaya muhtaç bir konu. Ciddi manada irdelenmesi gerek okuyucu tarafından.
Gabriel Garcia Marquez, bu romanında anlam karmaşasına çok mahal vermeden, doğrudan okuyucunun anlayabileceği türden söylemek istediğini söylemiştir. Çok karakter yoktur, süslü kelimeler fazla yoktur, çok çok farklı zaman ve mekanlar yoktur. Zaman ve mekan kavramı birkaç  günlük zaman dilimine, mekanlar da küçük bir kasabaya sıkıştırılmıştır. Roman başlandığı gibi bitirilen türlerden bir romandır. Kitabı okurken kafanızda farklı farklı şüpheler oluşmaz. Ortada bir namus meselesi var ve bu namus meselesinin cinayetle sonuçlanması var. Okuyucuya bırakılan tek konu: Toplum duyarsızlığıdır.
Herkese iyi okumalar.


Bir solukta okudum.. Çok beğendiğim kitaplardan… Farklı yazım tarzı..


Bir solukta okunan kitaplardan. Toplumsal duyarsızlaşma o kadar iyi anlatılmış ki.. Mutlaka okumalısınız.


bir nefeste okunablen bir öykü.


Öldüğünü bilmeme rağmen acaba ölmeme ihtimali var mı diye beklediğim bir kitap oldu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

*

*