Bu kitap, ele alınan konuların dün ve bugün itibariyle incelenmesi ve o konular çerçevesinde zamanla tutulmuş günlüklerin bir araya getirilmesi ile oluşmuş bir çalışma, kendisine has melez bir tür. Bir yönüyle inceleme araştırma, bir yönüyle günlük. Kimi yazılarla seyahatname, kimi konuşmalarla röportaj. Bazen şehrengiz, bazen de kronoloji.
Yazar Osmanlı’nın batı yakasın olan Bosna’yı dünü ve bugünü(yazarın orada kaldığı yıllar) ile irdelemiş.Kitapta ilgi çekici yazılar mevcut.Yazar bir çok kaynaktan faydalanmış.Abdullah Sidran’dan bahsettiği yer kendimizi sorgulamanızı sağlıyor.Türkiye’nin de o günler ne gibi yanlış politikalar uyguladığını kitabı okuyunca anlıyorsunuz.Bosna’yı daha yakından tanımak istiyorsanız oldukça faydalı bir kaynak.
Bu yazdıklarımı yayınevine de gönderdim; burada da paylaşayım istiyorum. … Aslında Bosna’nın Batı Yakası falan değil Osmanlı’nın düpedüz kendisi olduğunu öğrenmek için kitabı biraz karıştırmanız kâfi… En az bizim kadar Osmanlı’ya dair Bosna! Kitabın arkasında yazanlar ise oldukça aydınlatıcı. Çünkü kitabı belli bir türe sığdırmak beyhude bir çaba; nitekim yazarın da öyle bir kaygısı olmamış. Kitap biyografik çizgiler taşıdığı gibi zaman zaman bir günlük, şehir kitabı, derleme ya da deneme havası da taşıyabiliyor. Ancak kitabın omurgasını “sevgi” oluşturuyor. Yazarın Bosna’ya tayin olduğu andan itibaren idari, bürokratik zorluklara rağmen işini ve gittiği ülkeyi ne kadar sevdiğini hissedebiliyorsunuz hemen her sayfada. Bir yeri sevdiren ana etken oradaki insanlardır elbette ve yazar bize Anadolu’danmış hissi uyandıran güzel insanlardan bahsediyor. Şair’in “iyi insanlar iyi atlara binip gitti” dediği yer Bosna imiş meğer. Orada bekleniyormuşuz… Kitap Bosna’yı neden seviyoruz/sevmeliyiz sorusunun merkezinde ilerliyor adeta. Tuzla’nın Saraybosna’nın, Mostar’ın (isimleri de dahil olmak üzere) fazlasıyla Anadolulu olduğunu anlatırken hiçbir zorluk yaşanmıyor. Çünkü o şehirler Osmanlı şehirleri. Şehir planından camilerinin minarelerine kadar… Bosna dilindeki Türkçe kelimeler ve hele de selamlaşma faslı oldukça ilgi çekiciydi. Osmanlı döneminde başlayan Türk-Boşnak ilişkileri ve İslam’ın nasıl olup da mesela Sırplarda değil de Boşnaklarda bu kadar asude, bu kadar naif bir şekilde yayıldığını idrak edebiliyorsunuz. İslam Bosna’ya Bosna da İslam’a o kadar güzel yakışıyor ki… Düşünün, Yirminci Asrın sonlarında binlerce Bosnalı, sırf Müslüman kimliklerinden dolayı katledilirken bile onlar isyan yerine tefekkürü seçiyorlar ve daha da bağlanıyorlar değerlerine. Tabii bunda Aliya gibi ismiyle/lakabıyla müsemma bir Bilge Kralın varlığı da çok etkili oluyor. Bu arada Boşnakların katledilmelerindeki tek etken Müslüman kimlikleri; bunu reddetmenin bir manası yok. Sırp ve Hırvatlar onlara “siz Türksünüz” diye saldırmışlar. Buna rağmen, bunca felakete, katledilişe, sürgüne, acıya rağmen bu yüce gönüllü, güzel insanlar halen barıştan yanalar ve merhamet hisleriyle mücehhezler. Acaba diyorum, bizden daha mı bir Osmanlı, daha mı bir Türk olmuşlar?.. II. Mahmud’un reformlarına “gâvur padişah” yakıştırmasıyla isyan eden Bosnalıların varlığı da bu tezimize bir destek sağlar belki de… Kitapta şehrengizler de var aslında ve o ara hikâyelerden birinde de Mostar köprüsünün ve mimarı Hayreddin’in sergüzeşti var. İnsan yıkılan köprüye ve onun mimarına duyduğu saygı kadar köprünün aslına uygun olarak yeniden yapılması için bin türlü meşakkate katlanan ve samimi bir gayret gösteren isimsiz kahramanlara da şükranlarını sunmadan edemiyor. Kitapta Osmanlı döneminde başlayan ilişkiler, Bosna’nın ehemmiyeti, Bosna’daki Türk izleri, edebiyattaki ortaklık var. Ayrıca Nihat Genç’in Karanlığa Okunan Ezanlar’ında da geçen Abdullah Sidran –ki çok önemli bir şahsiyet ve konu bence, ve Bosna’yı dışarıya bağlayan tünelden de söz ediliyor. Aliya’nın büyüklüğü, farklılığı, Bosna’daki Türk-İslam izleri… Ayrıca mevlid geleneği, dergâh kültürü, Ayvaz Dede, Sarı Saltuk gibi isimler; Türkiye bürokrasisinin ağır işlemesi, kendi büyüklüğümüzün ve dostlarımızın farkında olamamak gibi ahvalimiz ve özellikle Srebrenitsa’daki facia… Bosna’ya dair ne varsa değil elbette ama Bosna’ya dair çok şey yer edinmiş kitapta. Üstelik politize etmeden, ucuz edebiyatlar peşinde koşmadan ve güzel, yalın, hoş bir Türkçe eşliğinde… Kitapta ilgi çekici bilgiler, satırlar, bölümler fazlasıyla var. Bosna’nın dinmeyen yağmurları birinin, Başçarşı başka birinin, oradaki dostlar bir diğerinin ilgisini çekebilir. Ama benim favorim, adına ne derseniz deyin Dayton Barışı sonrası polemik konusu olan bir heykel meselesi oldu. Buna göre, Boşnakların azınlıkta kaldığı bir şehir olan Brçko’da Sırplar şehir meydanına bir heykel dikerler. Bu heykel II. Dünya Savaşı yıllarında binlerce müslümanı öldürten Mihajloviç’indir. Boşnak bakan İsmet Dedeiç buna itiraz eder ve bu işin kimseye faydası olmaz der. Ancak Sırplar inat eder ve Mihajloviç bizim milli kahramanımızdır, siz de bir Bosnalı kahramanın heykelini dikebilirsiniz derler. Bunun üzerine Bosnalılar da birkaç gün sonra gelip heykelini dikecekleri kahramanlarının ismini bildirirler; Sultan Murat Hüdavendigâr! Bırakın heykelinin dikilmesini Sultan Murad’ın isminin geçmesi bile Sırpların heykeli indirmesine yetmiştir bile. Ben diyeyim Sultan Murat sadece bizim değil Bosnalıların da padişahıdır; siz deyin Mimar Hayreddin sadece Bosnalıların değil bizim de mimarımızdır… Velhasıl Bosna Hersek, bizden desek… Tavsiye edilir dememe gerek yok sanırım!
Kitap Yorumları - (3 Yorum)
Yazar Osmanlı’nın batı yakasın olan Bosna’yı dünü ve bugünü(yazarın orada kaldığı yıllar) ile irdelemiş.Kitapta ilgi çekici yazılar mevcut.Yazar bir çok kaynaktan faydalanmış.Abdullah Sidran’dan bahsettiği yer kendimizi sorgulamanızı sağlıyor.Türkiye’nin de o günler ne gibi yanlış politikalar uyguladığını kitabı okuyunca anlıyorsunuz.Bosna’yı daha yakından tanımak istiyorsanız oldukça faydalı bir kaynak.
Bu yazdıklarımı yayınevine de gönderdim; burada da paylaşayım istiyorum. … Aslında Bosna’nın Batı Yakası falan değil Osmanlı’nın düpedüz kendisi olduğunu öğrenmek için kitabı biraz karıştırmanız kâfi… En az bizim kadar Osmanlı’ya dair Bosna! Kitabın arkasında yazanlar ise oldukça aydınlatıcı. Çünkü kitabı belli bir türe sığdırmak beyhude bir çaba; nitekim yazarın da öyle bir kaygısı olmamış. Kitap biyografik çizgiler taşıdığı gibi zaman zaman bir günlük, şehir kitabı, derleme ya da deneme havası da taşıyabiliyor. Ancak kitabın omurgasını “sevgi” oluşturuyor. Yazarın Bosna’ya tayin olduğu andan itibaren idari, bürokratik zorluklara rağmen işini ve gittiği ülkeyi ne kadar sevdiğini hissedebiliyorsunuz hemen her sayfada. Bir yeri sevdiren ana etken oradaki insanlardır elbette ve yazar bize Anadolu’danmış hissi uyandıran güzel insanlardan bahsediyor. Şair’in “iyi insanlar iyi atlara binip gitti” dediği yer Bosna imiş meğer. Orada bekleniyormuşuz… Kitap Bosna’yı neden seviyoruz/sevmeliyiz sorusunun merkezinde ilerliyor adeta. Tuzla’nın Saraybosna’nın, Mostar’ın (isimleri de dahil olmak üzere) fazlasıyla Anadolulu olduğunu anlatırken hiçbir zorluk yaşanmıyor. Çünkü o şehirler Osmanlı şehirleri. Şehir planından camilerinin minarelerine kadar… Bosna dilindeki Türkçe kelimeler ve hele de selamlaşma faslı oldukça ilgi çekiciydi. Osmanlı döneminde başlayan Türk-Boşnak ilişkileri ve İslam’ın nasıl olup da mesela Sırplarda değil de Boşnaklarda bu kadar asude, bu kadar naif bir şekilde yayıldığını idrak edebiliyorsunuz. İslam Bosna’ya Bosna da İslam’a o kadar güzel yakışıyor ki… Düşünün, Yirminci Asrın sonlarında binlerce Bosnalı, sırf Müslüman kimliklerinden dolayı katledilirken bile onlar isyan yerine tefekkürü seçiyorlar ve daha da bağlanıyorlar değerlerine. Tabii bunda Aliya gibi ismiyle/lakabıyla müsemma bir Bilge Kralın varlığı da çok etkili oluyor. Bu arada Boşnakların katledilmelerindeki tek etken Müslüman kimlikleri; bunu reddetmenin bir manası yok. Sırp ve Hırvatlar onlara “siz Türksünüz” diye saldırmışlar. Buna rağmen, bunca felakete, katledilişe, sürgüne, acıya rağmen bu yüce gönüllü, güzel insanlar halen barıştan yanalar ve merhamet hisleriyle mücehhezler. Acaba diyorum, bizden daha mı bir Osmanlı, daha mı bir Türk olmuşlar?.. II. Mahmud’un reformlarına “gâvur padişah” yakıştırmasıyla isyan eden Bosnalıların varlığı da bu tezimize bir destek sağlar belki de… Kitapta şehrengizler de var aslında ve o ara hikâyelerden birinde de Mostar köprüsünün ve mimarı Hayreddin’in sergüzeşti var. İnsan yıkılan köprüye ve onun mimarına duyduğu saygı kadar köprünün aslına uygun olarak yeniden yapılması için bin türlü meşakkate katlanan ve samimi bir gayret gösteren isimsiz kahramanlara da şükranlarını sunmadan edemiyor. Kitapta Osmanlı döneminde başlayan ilişkiler, Bosna’nın ehemmiyeti, Bosna’daki Türk izleri, edebiyattaki ortaklık var. Ayrıca Nihat Genç’in Karanlığa Okunan Ezanlar’ında da geçen Abdullah Sidran –ki çok önemli bir şahsiyet ve konu bence, ve Bosna’yı dışarıya bağlayan tünelden de söz ediliyor. Aliya’nın büyüklüğü, farklılığı, Bosna’daki Türk-İslam izleri… Ayrıca mevlid geleneği, dergâh kültürü, Ayvaz Dede, Sarı Saltuk gibi isimler; Türkiye bürokrasisinin ağır işlemesi, kendi büyüklüğümüzün ve dostlarımızın farkında olamamak gibi ahvalimiz ve özellikle Srebrenitsa’daki facia… Bosna’ya dair ne varsa değil elbette ama Bosna’ya dair çok şey yer edinmiş kitapta. Üstelik politize etmeden, ucuz edebiyatlar peşinde koşmadan ve güzel, yalın, hoş bir Türkçe eşliğinde… Kitapta ilgi çekici bilgiler, satırlar, bölümler fazlasıyla var. Bosna’nın dinmeyen yağmurları birinin, Başçarşı başka birinin, oradaki dostlar bir diğerinin ilgisini çekebilir. Ama benim favorim, adına ne derseniz deyin Dayton Barışı sonrası polemik konusu olan bir heykel meselesi oldu. Buna göre, Boşnakların azınlıkta kaldığı bir şehir olan Brçko’da Sırplar şehir meydanına bir heykel dikerler. Bu heykel II. Dünya Savaşı yıllarında binlerce müslümanı öldürten Mihajloviç’indir. Boşnak bakan İsmet Dedeiç buna itiraz eder ve bu işin kimseye faydası olmaz der. Ancak Sırplar inat eder ve Mihajloviç bizim milli kahramanımızdır, siz de bir Bosnalı kahramanın heykelini dikebilirsiniz derler. Bunun üzerine Bosnalılar da birkaç gün sonra gelip heykelini dikecekleri kahramanlarının ismini bildirirler; Sultan Murat Hüdavendigâr! Bırakın heykelinin dikilmesini Sultan Murad’ın isminin geçmesi bile Sırpların heykeli indirmesine yetmiştir bile. Ben diyeyim Sultan Murat sadece bizim değil Bosnalıların da padişahıdır; siz deyin Mimar Hayreddin sadece Bosnalıların değil bizim de mimarımızdır… Velhasıl Bosna Hersek, bizden desek… Tavsiye edilir dememe gerek yok sanırım!
adeta kanayan yaramız olan bosnanın dramını okurken inanın daima ah keşkelerle dolup taşacaksınız. tavsiye ederim. okuyunuz…