Kramer’lar mükemmel bir aileydi! Ev işlerinin ve anneliğin yükü altında ezilen bir kadın, kariyerine odaklanmış bir adam, sevimli ve baş belası bir çocuk. Joanna Kramer bir gün bu mükemmel düzeni terk ettiğinde, Ted Kramer çocuğunun bakımını tek başına üstlenmek zorunda kalır. Onun iyi ve şefkatli bir babaya dönüşmesi, aynı zamanda baba oğul arasında güçlü, sevgi dolu bir ilişkinin kurulma sürecidir. Bu süre içinde yaralarını saran Joanna Kramer da oğlunu geri almak üzere döner. Böylece kendilerini bir velayet savaşının ortasında bulurlar: “Kramer Kramer’a Karşı”dır şimdi.Kramer Kramer’a Karşı (1977), yayımlanmasından iki yıl sonra Robert Benton tarafından aynı adla sinemaya uyarlandı ve beş dalda Oscar aldı.
Hayatlarının çoğu bölümünde geleceği çok düşünmeden, günü yaşayıp kısa süreli mutlulukları yaşam biçimi haline getiren bir kadın ve bir erkeğin tanıştıktan bir süre sonra, çok da derin düşünmeden, önce evlenmesi ardından da bir çocuk sahibi olmasıyla başlıyor hikaye. Bebeğin doğumunun ardından kendini aşırı kısıtlanmış ve bıkmış hisseden anne Joanna, artık dayanamayacağını düşündüğü bir noktada çocuğunu ve eşini bırakarak evden ayrılıyor. İlk zamanlarda bu durumu kabul edemeyen baba Ted, biraz bocalasa da daha sonra ayrılığı kabullenerek oğlu Billy’e iyi bir baba olmak ve hayatını bir düzene sokmak için çabalamaya başlıyor. Bir süre sonra annenin değiştiğini öne sürerek geri dönmesi ve oğlunun velayetini almak istemesiyle de mahkeme süreci başlıyor: “Kramer Kramer’e Karşı!”
Kitap genel olarak 3 ana bölümden oluşuyor. İlk bölüm, hayatta çok ciddi bir amacı olmadan yaşamak isteyen insanların evlenip çocuk sahibi olma süreci ve çocuğun evliliği farklı bir biçime dönüştürmesi; ikinci bölüm, annenin evi terk etmesi sonrasında çocuğu ile yalnız kalan bir babanın hem bu duruma hem de tek başına oğlunu yetiştirme konusuna uyum sağlama süreci; üçüncü bölüm ise annenin geri dönmesi ve velayet davasının başlaması süreci.
Kitabın en etkileyici bölümü babanın yeni hayatına alışma süreci ve bu süreçte özel hayatı ile çocuğu arasında denge kurma çabası. Kitapta genel olarak aile kurmanın zorlukları, çocuğun eşler arasındaki evlilik kavramına farklı bir boyut getirmesi ve eşler arasındaki ayrılığın kendilerine ve çocuklarına etkisi anlatılıyor.
Edebi anlamda çok zengin olmasa da, konusu itibariyle akıcı bir anlatıma sahip güzel bir roman. Kitabın sonunda beklenen bir son olacağını düşünürken son anda yazar, sanırım okuyucularını üzmemek adına, hikayeyi farklı bir şekilde bitiriyor.
“Kramer Kramer’a Karşı” ile ilk karşılaşmam üniversite birinci sınıfta, okul çıkışı kaldığım yurda dönmeden hadi bir değişiklik yap ve bir film izle iç konuşması sonucu sinemaya gitme kararımla oldu. Sonuç mu: konusu ve işlenişiyle filmden etkilenmiş bir biçimde salondan çıkışım oldu. O günden bugüne unutamadığım bir film ve oyuncu kadrosuydu artık “Kramer Kramer’a Karşı”. Sonraları aynı adı taşıyan romandan senaryolaştırıldığını öğrenecektim.
Genelde kitapla film arasında doğal olan değişkenlikler noktasında, romanı okuduktan sonra aman aman değişkenlikler olmadığını gözlemledim. Romanın sürükleyiciliği (ki dilimize çevrilişindeki iyi çalışma) sizin kitaba rahatça giriş yapmanızı ve sonuçlandırmanızı sağlıyor. Konu sizi bırakmıyor özetle.
Konusu 70’li yılların amerikasında geçiyor. Ancak dünyamızda yaşanan değişimler, küreselleşme artık insanların benzer şeyleri yaşamasını ortak hale getirdi, getiriyor. Çevremizde veya iletişim araçlarının yaygınlaşmasıyla toplumumuzda benzer konuların olağan hale geldiğini görüyoruz. Elbette aile kurumunun önemi yadsınamaz. Fakat göstergeler, sorunun iç acıtıcı sonuçlarını her gün gözümüze gözümüze sokarcasına ortaya koyuyor.
Romanda karakterler üzerinden aile içi rollerin değişimini, aile bireylerinin farkındalık sorunlarını, boşanmanın getirdiği travma ve en çok etkilenenlerin ebeveynlerin yanı sıra eğer varsa çocuk veya çocukların psikolojisini gözlemleyebiliyorsunuz. Nihayetinde geri dönülmez kararlar, yaşanan acılar, özlemler, mücadeleler ve hukuksal sonuçlar. Eğer aile olma niyetiniz varsa bu roman size birçok konuda eğitici ve öğretici olacaktır. Benim söyleyeceklerim ilk elde bu kadar. Kalan kısmını romanı okuduğunuzda tamamlayacaksınız.
Aile ile ilgili çok şey yazılmış söylenmiştir. Ama aile temalı romanların ayrı bir albenisi olur. Çünkü aile içi ilişkiler herkes için ilgi çekicidir. Her şeyden öte yaşanılmışın peşinden koşan insanoğlu için anlatılan hikâye olası ve gerçekçidir. Ailenin kişilerarası ilişkilerde en önemli sahnelerinden biri olduğu düşünülürse, bazen roman içinde okurun kurguyu unutup olayın seyrine gerçekmişçesine adapte olduğu dikkatten kaçmaz. Yetmişli yılların sonunda fırtına gibi esen Avery Corman’ın Kramer ailesini anlattığı romanı da belirtilen sebeplerden dolayı hatırı sayılır bir ilgi görür.
Tabii eserin ABD’de bu kadar popüler olmasının sadece beyaz perdenin büyüsüyle alakası yoktur. Bazı eserler yayımlanmalarıyla toplumun bam teline dokunurlar. Kramer ailesi parçalanmış bir aile olup, yaşanılan sorunların benzer etkileri Amerikan kamuoyu için pek de yabancı değildir. Parçalanmış ailelerin sosyolojik ve hukuki sorunlarının temelinde yatan sebepler, sorun doğuran sorunlar, kadın erkek ilişkilerindeki pürüzler ve her şeyden önemlisi bölünmüş ailelerde çocukların konumu kafa kurcalayıcı meselelerdir.
Corman kalemini çomak gibi kullanarak arı kovanının etrafında dönmüştür. Ele aldığı sosyolojik sorunların yansımasının toplum içinde görülmesi; Corman’ın bahsettiğimiz ilgiyi görmesinin önemli bir sebebi olabilir. Zira kadın-erkek ilişkileri, evlilik düzeni, feminizm cereyanı, geçim sıkıntıları, aile olmanın ağırlığı gibi konuların dönemin Amerika’sında revaçta olduğu akla gelir. Bu yüzden yadsınamayacak şekilde Corman’ın romanı New Yorklu ve Amerikalıdır. Ama beyaz perdenin büyüsünden midir bilinmez, ünü uluslararası bir boyuta ulaşır.
Corman’ın romanı ve üslubu Amerikalılığını vurgulamakla birlikte, uzun ve kalifiye olarak tasarlanmış diyaloglarla kendisini gösterir. Belki de bu yüzden kolaylıkla sinema senaryosuna dönüşür. Eserin diyalog dozunun böylesine fazla olması beklenilen anlatıcı rolünün geri planda kalmasına neden olur. Fakat bunun ayrı bir özgünlük olduğunu ve okura hoş gelecek bir doğallıkla sunulduğunu belirtmek gerekir.
Doğallık sadece diyaloglar için geçerli değildir. Aile de Corman tarafından olabildiğince doğal olarak kurgulanmıştır (tabii bu doğallık vurgusunun Amerikan toplumu için geçerli olduğunu belirtelim). Doğallığın akışına kendini kaptıran okurun aklına ilk gelecek soru “Ya karakterin yerinde ben olsam, nasıl olurdu?” şeklindedir. Cevap okur için cezbedici olduğu kadar düşündürücüdür.
Ailede karşılaşılan sorunların çözümü bireyleri aşınca, olayın hukuka intikal etmesi işten değildir. Bu aşamada kahramanlarımız Ted ve Johanna Kramer’in çocuklarının velayeti için girdikleri hukuki mücadele eserin önemli bir kısmını içerir. Tabii hukukun mu, duyguların mı kazanacağı okurun merakını sürekli kamçılar.
Corman’ın duygulara yaklaşımı ise, ailenin sınırları dışına çıkıldığındakine kıyasla ebeveyn çocuk ilişkileri özellikle baba çocuk ilişkisinin anlatıldığı satırlar ve diyaloglar duygusal ağırlığıyla okura yeni düşünce boyutları kazandırır. Hatta öyle ki babanın çocukla -onun hayal dünyası eşliğinde- oynadığı oyunlar ayrıntıya girercesine verilir. Ama kıyıda köşede kalmış nüansların esere ayrı bir albeni kattığını da belirtmek yanlış olmaz.
Detaylar sadece aile için geçerli değildir. Dönemin Amerika’sını anlatan birçok detay da eserde kendisine yer bulur. Yetmişlerin Amerika’sında sosyo-kültürel havanın nasıl olduğu, karakterlerin konuşmalarından anlaşılır. Özellikle eserde gündemi meşgul eden konuların neler olduğu, gündelik yaşamın ilerleyişinin genelde ne şekilde olduğu, New York’un metropol yaşamının nasıl sürdüğü, insanların eğlence anlayışının nelere odaklandığı gibi sorulara cevap bulabilmek mümkündür.
Eserin filme çekilmiş olması, kitap film kıyaslanmasını gündeme getirebilir. Tabii ki her zaman için kitabın sinemanın görselliğini aşacak bir performansa gebe olduğu su götürmez bir gerçektir. Eserde anlatılan ailevi meselelere her ailenin maruz kalabileceği tahmin edilebilir. Yaşanılabilirlik de bir anlamda eserin cazibe noktasını oluşturur.
Eser biçim olarak iyi bir çeviriyle okura sunulmuştur. Çevirinin iyi olması ve karakterlerin doğal konuşma kalıplarıyla sunulması kitabın akıcı bir havaya bürünmesine neden olmuştur. Eserde anlatıcının ağdalı bir anlatımı benimsememesi de okur için artı bir faktördür. Mekân tasvirlerinde lafın fazla uzatılmadan verilmesi; eserin sıkıcı olmaktan uzaklaşmasına neden olmuştur. Hatta karakterler sözcüklerle çizilirken bile fazla detaylı bir anlatım benimsenmemiştir. Bu aşamada yazarın maddi tasvirlerden ziyade mevcut durum tahlilleriyle meramını anlattığı savunulabilir.
Son olarak eserin edebi performansı farklı şekillerde değerlendirilebilir. Ama bir gerçek var ki bazı eserlerin ardından yapılan konuşmalar sadece edebi verimlilik hakkında değildir. Avery Corman’ın eseri bu tarz bir eserdir. Sinemanın gücüyle olay sadece edebiyat olmaktan çıkmıştır. Aile içi sorunlar, boşanma, velayet gibi konularda yeni tartışma alanları açan “Kramer Kramer’e Karşı” eseri bu nedenle farklı tarzda bir güce sahiptir.
Marriage Story’nin esin kaynaklarından biri olduğu çok yerde yazılmış, çizilmiş, dava sürecinden avukatlarla girilen diyaloglara kadar pek çok benzerlik var. Kramer vs. Kramer baş tacı olarak duruyor, Dustin Hoffman ve Meryl Streep şahane oyuncular, bunun yanında Marriage Story’nin modern zamanların boşanma hikâyesini işleyişi de pek hoştu, iki film de oldukça başarılı. Metne dönüyorum, Ted ve Joanna doğuma az bir süre kala panik halindeler, Bill geliyor, Joanna küfürleri sıralarken Ted ne yapacağını bilemiyor, aldığı bütün eğitim boşa. Eşini sakinleştirmeye çalışırken kan yüzünden baygınlık geçirecek durumda, en sonunda hemşire kenara itiyor Ted’i, kalabalık yapmaktan başka bir işlevi yok o sırada. Bebeği isteyen Joanna’ydı, Ted için küçük bir mucizeydi bu, bebek ve Joanna’nın isteği.
Corman minik detaylarla yaşananları derinleştiriyor. Doğuma kadar, doğumda bütün korkuları açığa çıkıyor ama William Kramer’ı kucağına alınca dünyanın en güçlü adamına dönüşüyor. Hastaneye yetişirlerken trafiği açmak için bağırıp çağırması, doğumhanede eşinin yanında olması iyi hissettiriyor. İlk bölümün sonu: “Sonraları her şey değişince, daha evvel aramızda gerçek bir yakınlık hiç olmuş muydu diye düşünmüş, Joanna’ya bu ânı hatırlatmıştı, Joanna ise ‘Senin orada olduğunu tam olarak hatırlamıyorum,’ demişti.” (s. 16) Senkron kayması paylaşılmayanlar nispetinde artıyor, içte tutulanlar birlikteliğin doğallığını bozuyor, aralarında yaşanan tam olarak bu.
Gitmekten başka bir çare yok, kısa ve sert bir konuşma yapıyor, hiçbir şey anlamayan Ted’i ve bebeğini ardında bırakarak çıkıp gidiyor evden. Ted’in macerası başlıyor sonra, geri kalan bölümde Ted’e odaklanıyoruz ve iş yaşamından sosyal ilişkilerine, cinsellikten çocuk büyütmeye pek çok açıdan inceleyebiliyoruz karakteri.
Aile yapısı üzerine düşünüyoruz, ikili ilişkilerin doğasını inceliyoruz, insanların sevgiden nasibini alıp almadığını anlıyoruz, Corman pek çok meseleye değiniyor. Oyunsuz, düz bir anlatım. Küçük, bazen rastgele davranışlardan karakter biçimlemece. İyi bir metin, okurunu bulsun.
Kitap Yorumları - (5 Yorum)
Hayatlarının çoğu bölümünde geleceği çok düşünmeden, günü yaşayıp kısa süreli mutlulukları yaşam biçimi haline getiren bir kadın ve bir erkeğin tanıştıktan bir süre sonra, çok da derin düşünmeden, önce evlenmesi ardından da bir çocuk sahibi olmasıyla başlıyor hikaye. Bebeğin doğumunun ardından kendini aşırı kısıtlanmış ve bıkmış hisseden anne Joanna, artık dayanamayacağını düşündüğü bir noktada çocuğunu ve eşini bırakarak evden ayrılıyor. İlk zamanlarda bu durumu kabul edemeyen baba Ted, biraz bocalasa da daha sonra ayrılığı kabullenerek oğlu Billy’e iyi bir baba olmak ve hayatını bir düzene sokmak için çabalamaya başlıyor. Bir süre sonra annenin değiştiğini öne sürerek geri dönmesi ve oğlunun velayetini almak istemesiyle de mahkeme süreci başlıyor: “Kramer Kramer’e Karşı!”
Kitap genel olarak 3 ana bölümden oluşuyor. İlk bölüm, hayatta çok ciddi bir amacı olmadan yaşamak isteyen insanların evlenip çocuk sahibi olma süreci ve çocuğun evliliği farklı bir biçime dönüştürmesi; ikinci bölüm, annenin evi terk etmesi sonrasında çocuğu ile yalnız kalan bir babanın hem bu duruma hem de tek başına oğlunu yetiştirme konusuna uyum sağlama süreci; üçüncü bölüm ise annenin geri dönmesi ve velayet davasının başlaması süreci.
Kitabın en etkileyici bölümü babanın yeni hayatına alışma süreci ve bu süreçte özel hayatı ile çocuğu arasında denge kurma çabası. Kitapta genel olarak aile kurmanın zorlukları, çocuğun eşler arasındaki evlilik kavramına farklı bir boyut getirmesi ve eşler arasındaki ayrılığın kendilerine ve çocuklarına etkisi anlatılıyor.
Edebi anlamda çok zengin olmasa da, konusu itibariyle akıcı bir anlatıma sahip güzel bir roman. Kitabın sonunda beklenen bir son olacağını düşünürken son anda yazar, sanırım okuyucularını üzmemek adına, hikayeyi farklı bir şekilde bitiriyor.
“Kramer Kramer’a Karşı” ile ilk karşılaşmam üniversite birinci sınıfta, okul çıkışı kaldığım yurda dönmeden hadi bir değişiklik yap ve bir film izle iç konuşması sonucu sinemaya gitme kararımla oldu. Sonuç mu: konusu ve işlenişiyle filmden etkilenmiş bir biçimde salondan çıkışım oldu. O günden bugüne unutamadığım bir film ve oyuncu kadrosuydu artık “Kramer Kramer’a Karşı”. Sonraları aynı adı taşıyan romandan senaryolaştırıldığını öğrenecektim.
Genelde kitapla film arasında doğal olan değişkenlikler noktasında, romanı okuduktan sonra aman aman değişkenlikler olmadığını gözlemledim. Romanın sürükleyiciliği (ki dilimize çevrilişindeki iyi çalışma) sizin kitaba rahatça giriş yapmanızı ve sonuçlandırmanızı sağlıyor. Konu sizi bırakmıyor özetle.
Konusu 70’li yılların amerikasında geçiyor. Ancak dünyamızda yaşanan değişimler, küreselleşme artık insanların benzer şeyleri yaşamasını ortak hale getirdi, getiriyor. Çevremizde veya iletişim araçlarının yaygınlaşmasıyla toplumumuzda benzer konuların olağan hale geldiğini görüyoruz. Elbette aile kurumunun önemi yadsınamaz. Fakat göstergeler, sorunun iç acıtıcı sonuçlarını her gün gözümüze gözümüze sokarcasına ortaya koyuyor.
Romanda karakterler üzerinden aile içi rollerin değişimini, aile bireylerinin farkındalık sorunlarını, boşanmanın getirdiği travma ve en çok etkilenenlerin ebeveynlerin yanı sıra eğer varsa çocuk veya çocukların psikolojisini gözlemleyebiliyorsunuz. Nihayetinde geri dönülmez kararlar, yaşanan acılar, özlemler, mücadeleler ve hukuksal sonuçlar. Eğer aile olma niyetiniz varsa bu roman size birçok konuda eğitici ve öğretici olacaktır. Benim söyleyeceklerim ilk elde bu kadar. Kalan kısmını romanı okuduğunuzda tamamlayacaksınız.
İyi okumalar.
Aile ile ilgili çok şey yazılmış söylenmiştir. Ama aile temalı romanların ayrı bir albenisi olur. Çünkü aile içi ilişkiler herkes için ilgi çekicidir. Her şeyden öte yaşanılmışın peşinden koşan insanoğlu için anlatılan hikâye olası ve gerçekçidir. Ailenin kişilerarası ilişkilerde en önemli sahnelerinden biri olduğu düşünülürse, bazen roman içinde okurun kurguyu unutup olayın seyrine gerçekmişçesine adapte olduğu dikkatten kaçmaz. Yetmişli yılların sonunda fırtına gibi esen Avery Corman’ın Kramer ailesini anlattığı romanı da belirtilen sebeplerden dolayı hatırı sayılır bir ilgi görür.
Tabii eserin ABD’de bu kadar popüler olmasının sadece beyaz perdenin büyüsüyle alakası yoktur. Bazı eserler yayımlanmalarıyla toplumun bam teline dokunurlar. Kramer ailesi parçalanmış bir aile olup, yaşanılan sorunların benzer etkileri Amerikan kamuoyu için pek de yabancı değildir. Parçalanmış ailelerin sosyolojik ve hukuki sorunlarının temelinde yatan sebepler, sorun doğuran sorunlar, kadın erkek ilişkilerindeki pürüzler ve her şeyden önemlisi bölünmüş ailelerde çocukların konumu kafa kurcalayıcı meselelerdir.
Corman kalemini çomak gibi kullanarak arı kovanının etrafında dönmüştür. Ele aldığı sosyolojik sorunların yansımasının toplum içinde görülmesi; Corman’ın bahsettiğimiz ilgiyi görmesinin önemli bir sebebi olabilir. Zira kadın-erkek ilişkileri, evlilik düzeni, feminizm cereyanı, geçim sıkıntıları, aile olmanın ağırlığı gibi konuların dönemin Amerika’sında revaçta olduğu akla gelir. Bu yüzden yadsınamayacak şekilde Corman’ın romanı New Yorklu ve Amerikalıdır. Ama beyaz perdenin büyüsünden midir bilinmez, ünü uluslararası bir boyuta ulaşır.
Corman’ın romanı ve üslubu Amerikalılığını vurgulamakla birlikte, uzun ve kalifiye olarak tasarlanmış diyaloglarla kendisini gösterir. Belki de bu yüzden kolaylıkla sinema senaryosuna dönüşür. Eserin diyalog dozunun böylesine fazla olması beklenilen anlatıcı rolünün geri planda kalmasına neden olur. Fakat bunun ayrı bir özgünlük olduğunu ve okura hoş gelecek bir doğallıkla sunulduğunu belirtmek gerekir.
Doğallık sadece diyaloglar için geçerli değildir. Aile de Corman tarafından olabildiğince doğal olarak kurgulanmıştır (tabii bu doğallık vurgusunun Amerikan toplumu için geçerli olduğunu belirtelim). Doğallığın akışına kendini kaptıran okurun aklına ilk gelecek soru “Ya karakterin yerinde ben olsam, nasıl olurdu?” şeklindedir. Cevap okur için cezbedici olduğu kadar düşündürücüdür.
Ailede karşılaşılan sorunların çözümü bireyleri aşınca, olayın hukuka intikal etmesi işten değildir. Bu aşamada kahramanlarımız Ted ve Johanna Kramer’in çocuklarının velayeti için girdikleri hukuki mücadele eserin önemli bir kısmını içerir. Tabii hukukun mu, duyguların mı kazanacağı okurun merakını sürekli kamçılar.
Corman’ın duygulara yaklaşımı ise, ailenin sınırları dışına çıkıldığındakine kıyasla ebeveyn çocuk ilişkileri özellikle baba çocuk ilişkisinin anlatıldığı satırlar ve diyaloglar duygusal ağırlığıyla okura yeni düşünce boyutları kazandırır. Hatta öyle ki babanın çocukla -onun hayal dünyası eşliğinde- oynadığı oyunlar ayrıntıya girercesine verilir. Ama kıyıda köşede kalmış nüansların esere ayrı bir albeni kattığını da belirtmek yanlış olmaz.
Detaylar sadece aile için geçerli değildir. Dönemin Amerika’sını anlatan birçok detay da eserde kendisine yer bulur. Yetmişlerin Amerika’sında sosyo-kültürel havanın nasıl olduğu, karakterlerin konuşmalarından anlaşılır. Özellikle eserde gündemi meşgul eden konuların neler olduğu, gündelik yaşamın ilerleyişinin genelde ne şekilde olduğu, New York’un metropol yaşamının nasıl sürdüğü, insanların eğlence anlayışının nelere odaklandığı gibi sorulara cevap bulabilmek mümkündür.
Eserin filme çekilmiş olması, kitap film kıyaslanmasını gündeme getirebilir. Tabii ki her zaman için kitabın sinemanın görselliğini aşacak bir performansa gebe olduğu su götürmez bir gerçektir. Eserde anlatılan ailevi meselelere her ailenin maruz kalabileceği tahmin edilebilir. Yaşanılabilirlik de bir anlamda eserin cazibe noktasını oluşturur.
Eser biçim olarak iyi bir çeviriyle okura sunulmuştur. Çevirinin iyi olması ve karakterlerin doğal konuşma kalıplarıyla sunulması kitabın akıcı bir havaya bürünmesine neden olmuştur. Eserde anlatıcının ağdalı bir anlatımı benimsememesi de okur için artı bir faktördür. Mekân tasvirlerinde lafın fazla uzatılmadan verilmesi; eserin sıkıcı olmaktan uzaklaşmasına neden olmuştur. Hatta karakterler sözcüklerle çizilirken bile fazla detaylı bir anlatım benimsenmemiştir. Bu aşamada yazarın maddi tasvirlerden ziyade mevcut durum tahlilleriyle meramını anlattığı savunulabilir.
Son olarak eserin edebi performansı farklı şekillerde değerlendirilebilir. Ama bir gerçek var ki bazı eserlerin ardından yapılan konuşmalar sadece edebi verimlilik hakkında değildir. Avery Corman’ın eseri bu tarz bir eserdir. Sinemanın gücüyle olay sadece edebiyat olmaktan çıkmıştır. Aile içi sorunlar, boşanma, velayet gibi konularda yeni tartışma alanları açan “Kramer Kramer’e Karşı” eseri bu nedenle farklı tarzda bir güce sahiptir.
Marriage Story’nin esin kaynaklarından biri olduğu çok yerde yazılmış, çizilmiş, dava sürecinden avukatlarla girilen diyaloglara kadar pek çok benzerlik var. Kramer vs. Kramer baş tacı olarak duruyor, Dustin Hoffman ve Meryl Streep şahane oyuncular, bunun yanında Marriage Story’nin modern zamanların boşanma hikâyesini işleyişi de pek hoştu, iki film de oldukça başarılı. Metne dönüyorum, Ted ve Joanna doğuma az bir süre kala panik halindeler, Bill geliyor, Joanna küfürleri sıralarken Ted ne yapacağını bilemiyor, aldığı bütün eğitim boşa. Eşini sakinleştirmeye çalışırken kan yüzünden baygınlık geçirecek durumda, en sonunda hemşire kenara itiyor Ted’i, kalabalık yapmaktan başka bir işlevi yok o sırada. Bebeği isteyen Joanna’ydı, Ted için küçük bir mucizeydi bu, bebek ve Joanna’nın isteği.
Corman minik detaylarla yaşananları derinleştiriyor. Doğuma kadar, doğumda bütün korkuları açığa çıkıyor ama William Kramer’ı kucağına alınca dünyanın en güçlü adamına dönüşüyor. Hastaneye yetişirlerken trafiği açmak için bağırıp çağırması, doğumhanede eşinin yanında olması iyi hissettiriyor. İlk bölümün sonu: “Sonraları her şey değişince, daha evvel aramızda gerçek bir yakınlık hiç olmuş muydu diye düşünmüş, Joanna’ya bu ânı hatırlatmıştı, Joanna ise ‘Senin orada olduğunu tam olarak hatırlamıyorum,’ demişti.” (s. 16) Senkron kayması paylaşılmayanlar nispetinde artıyor, içte tutulanlar birlikteliğin doğallığını bozuyor, aralarında yaşanan tam olarak bu.
Gitmekten başka bir çare yok, kısa ve sert bir konuşma yapıyor, hiçbir şey anlamayan Ted’i ve bebeğini ardında bırakarak çıkıp gidiyor evden. Ted’in macerası başlıyor sonra, geri kalan bölümde Ted’e odaklanıyoruz ve iş yaşamından sosyal ilişkilerine, cinsellikten çocuk büyütmeye pek çok açıdan inceleyebiliyoruz karakteri.
Aile yapısı üzerine düşünüyoruz, ikili ilişkilerin doğasını inceliyoruz, insanların sevgiden nasibini alıp almadığını anlıyoruz, Corman pek çok meseleye değiniyor. Oyunsuz, düz bir anlatım. Küçük, bazen rastgele davranışlardan karakter biçimlemece. İyi bir metin, okurunu bulsun.
Güzel bir baba-oğul hikayesi, çok akıcı sayfaların nasıl ilerlediğini anlamıyorsunuz bile, tavsiye ederim