Korku edebiyatının geleceğini gördüm... Adı Clive Barker'dı.Bir gün masumların canını alan eli kanlı bir katil olduğunuzu öğrenseydiniz, ne yapardınız? Dünya üzerinde sığınabileceğiniz hiçbir yer yoksa, sevdiğiniz kadınla birlikte olmak için hiçbir şansınız kalmamışsa, ölüm bir çözüm olabilir mi?Stephen King?Yoğun bir erotizem sahip sürükleyici bir öykü...Sunday IndependentBir yandan bakarsanız, basit bir korku hikayesi ama öte yandan toplum ve toplumdan dışlanmışlara dair derin bir hikaye... Eşine ender rastlanır, güçlü bir fantezi.People
Clive Barker’ı Clive Barker’s Undying’le duyanlar, gözümsünüz. Şimdi oyundan sahneleri izleyince komik geliyor ama o zamanlar deli gibi korkardık. Öcüler, yaratıklar, kesik kelleler… Of, gece vakti oynayamazdım. Sonradan Karanlıkta 33 Yazar’da karşılaştık Clive Barker’la, şimdi hikâyenin adını hatırlamıyorum ama psikopat bir şeydi. Deneyci bir dayımız vardı, bu dayı bir arkadaşını hapsedip palyaço fobisi yoluyla kafayı yedirtiyordu, kafayı yiyen dost da intikam falan alıyordu. Acayip bir şeydi.
Kabal benim ilk Clive Barker kitabım.
Kabal… Gecenin efendisi olmuş. Okuyunca pek öyle bir şey göremesek de gayet gaz bir giriş. Yani sonda bir şeyler oluyor ama efendilik kurumuyla bir alakası yok sanıyorum. Neyse, görürüz.
Boone, Decker namlı psikoloğuyla görüşürken aklına Lori geliyor, sevgilisi. Lori’ye veda etmek zorunda, çünkü Decker’ın gösterdiği fotoğraflar insan anatomisiyle ilgili ilginç çalışmalar içeriyor. Kesik dalaklar, işte efendime söyleyeyim, kopuk bacaklar. Kelleler falan. Decker, bunların hepsini Boone’un yapmış olabileceğini söylüyor. Boone için kayıp zamanlar var ve bu kayıp zamanların neyle dolu olduğu konusunda Decker yardım ediyor. Tabii diyalogların arasında ayrıntılara dikkat etmek lazım, en baştan bir rota çiziyor bize bunlar: “(…) Masanın üzerindeki mezarlığa baktı, hafif yamuk duran bir fotoğrafı orta parmağıyla düzelterek diğerleriyle aynı hizaya getirdi.” (s. 19)
Eh, obsesif psikolog fikri orijinal değil, öylesine konduğunu söylemek de kolaycılığa kaçtığı için burayı aklımızda tutuyoruz. Bir silah gösterilmişse o silah patlayacak.
En sonunda Boone cinayetleri işlediğini kabul ediyor, tabii bunda Decker’ın yönlendiriciliğinin başarılı olması da var. Seanslar dört yıldır sürüyor ve Decker, tanı koymak için Boone’a biraz daha sabırlı olmasını söylüyor. Boone da bu sabrı intihar etmek için kullanıyor, lakin ölmüyor. Hastaneye kaldırıyorlar bunu, orada Narsis’le karşılaşıyor. Boone, Midian’ı birçok hastadan duymuş, Narsis’ten de duyuyor. Midian, bazılarının kabul edildiği, ait olduğu bir dünya. Nerede olduğunu söylüyor Narsis. Kafayı yemiş bir herif, Midian’a almamışlar bunu. Yaşıyormuş çünkü. Adam öyle delirmiş ki suratını kesiyor, o hengamede Boone hastaneden uzuyor. Midian’a gidiyor. Midian terk edilmiş bir kasaba, mezarlığı falan var ve sadece bir mezarlık değil orası; yerin altında ayrı bir dünya var.
Peloquin ve Jackie, Boone’u görüyorlar. Bu ikisi Gecedölü, yani yer altına ait. Neyse, Peloquin Boone’a dalıyor, kurt gibi bir şey zaten. Bir dişliyor, kasları, etleri, meme ucunu falan hep götürüyor. İkinci dişlemeden önce polislerin geldiğini görünce uzuyor arkadaşıyla birlikte. Polislerle birlikte Decker da geliyor ve Boone’a cinayetleri kendisinin işlediğini söylüyor. Kendisi bir seri katil, işini çok iyi yapıyor ve ardında hiçbir iz bırakmıyor. Hastalıklı derecede özenli bir herif. Düğme gözlü ve fermuar ağızlı bir maskesi var, onu kullanıyor. Bu maskeye kimlik vermiş, konuşuyorlar falan. Doktor akıl hastası, zevk için cinayet işlediğini söylüyor falan. Boone bir katakulliyle Decker’ı atlatıp mekandan dışarı kaçıyor, o sırada sırtına kurşunu yiyor ve Decker, “Silahlı!” diye bağırıyor. Barker’ın yarattığı atmosfer gayet başarılı, bunun için bir dünya örnek vermek istemiyorum ama şunu almadan edemedim:
“Otomobillerinin arkasında toplanmış adamlar yalnızca onun kanlı ellerini gördüler. Suçlu olduğu yeterince açıktı. Silahlarını ateşlediler.
Boone kendisine doğru gelen kurşunları gördü. Soldan iki, sağdan üç, tam karşıdan kalbini hedefleyen bir tane. Kurşunların yavaşlığına, seslerinin uyumuna şaşacak kadar zamanı oldu. Sonra kurşunlar tek tek saplandı: Bacak, kasık, dalak, omuz, yanak ve kalp.” (s. 52)
“Yalnızca”, bir kelime sağa kayacak, onun dışında bir sıkıntısı yok. Neyse, The Matrix’ten önce yazılmış bir şey bu. Şahane.
Her şey böyle başlıyor. Sonrasında Boone’dan haber alamayan Lori, sevgilisinin peşine düşüyor. Eh, aşkla karışık korku hikâyesi bu. Gerçi öyle aman aman korkutmuyor ama türü sevenler için tatmin edici. İşte bu Decker’ın yediği haltları öğreniyor Lori, adamdan kaçıyor, Midian’a gidiyor, Boone’un izini sürüyor falan. Öldürülmek üzereyken Boone kurtarıyor bunu, tabii artık aşağıdakilerin arasına karıştığı için insan değil, yaşamıyor. Ölü ve şekil değiştirebiliyor falan. Sonrasında olaylar. Boone yakalanıyor, Narsis sayesinde uzuyor, Midian açığa çıkarılıyor, ufak çaplı bir savaş oluyor falan. Sonunda aşk kazanıyor deyip gayet bayık bir şekilde noktalıyorum.
Yani güzel; karakterlerin değişim geçirdiği sahneler vardı, anlatımı oldukça zor ayrıntılar gayet güzel aktarılmış, çevirmenin de başarısıyla. Boone’un dönüşümü mesela. Gayet okunması, korkulması.
Korku edebiyatının geleceğini gördüm… Adı Clive Barker’dı.
Fantastik tarzda yazılmış kitapları seviyorsanız sizin için çok uygun. Bazı bölümlerinde sıkılsam da genel anlamda beğendim. Kısa ve detaya fazla girilmemiş bir macera.
Kitap Yorumları - (5 Yorum)
Clive Barker’ı Clive Barker’s Undying’le duyanlar, gözümsünüz. Şimdi oyundan sahneleri izleyince komik geliyor ama o zamanlar deli gibi korkardık. Öcüler, yaratıklar, kesik kelleler… Of, gece vakti oynayamazdım. Sonradan Karanlıkta 33 Yazar’da karşılaştık Clive Barker’la, şimdi hikâyenin adını hatırlamıyorum ama psikopat bir şeydi. Deneyci bir dayımız vardı, bu dayı bir arkadaşını hapsedip palyaço fobisi yoluyla kafayı yedirtiyordu, kafayı yiyen dost da intikam falan alıyordu. Acayip bir şeydi.
Kabal benim ilk Clive Barker kitabım.
Kabal… Gecenin efendisi olmuş. Okuyunca pek öyle bir şey göremesek de gayet gaz bir giriş. Yani sonda bir şeyler oluyor ama efendilik kurumuyla bir alakası yok sanıyorum. Neyse, görürüz.
Boone, Decker namlı psikoloğuyla görüşürken aklına Lori geliyor, sevgilisi. Lori’ye veda etmek zorunda, çünkü Decker’ın gösterdiği fotoğraflar insan anatomisiyle ilgili ilginç çalışmalar içeriyor. Kesik dalaklar, işte efendime söyleyeyim, kopuk bacaklar. Kelleler falan. Decker, bunların hepsini Boone’un yapmış olabileceğini söylüyor. Boone için kayıp zamanlar var ve bu kayıp zamanların neyle dolu olduğu konusunda Decker yardım ediyor. Tabii diyalogların arasında ayrıntılara dikkat etmek lazım, en baştan bir rota çiziyor bize bunlar: “(…) Masanın üzerindeki mezarlığa baktı, hafif yamuk duran bir fotoğrafı orta parmağıyla düzelterek diğerleriyle aynı hizaya getirdi.” (s. 19)
Eh, obsesif psikolog fikri orijinal değil, öylesine konduğunu söylemek de kolaycılığa kaçtığı için burayı aklımızda tutuyoruz. Bir silah gösterilmişse o silah patlayacak.
En sonunda Boone cinayetleri işlediğini kabul ediyor, tabii bunda Decker’ın yönlendiriciliğinin başarılı olması da var. Seanslar dört yıldır sürüyor ve Decker, tanı koymak için Boone’a biraz daha sabırlı olmasını söylüyor. Boone da bu sabrı intihar etmek için kullanıyor, lakin ölmüyor. Hastaneye kaldırıyorlar bunu, orada Narsis’le karşılaşıyor. Boone, Midian’ı birçok hastadan duymuş, Narsis’ten de duyuyor. Midian, bazılarının kabul edildiği, ait olduğu bir dünya. Nerede olduğunu söylüyor Narsis. Kafayı yemiş bir herif, Midian’a almamışlar bunu. Yaşıyormuş çünkü. Adam öyle delirmiş ki suratını kesiyor, o hengamede Boone hastaneden uzuyor. Midian’a gidiyor. Midian terk edilmiş bir kasaba, mezarlığı falan var ve sadece bir mezarlık değil orası; yerin altında ayrı bir dünya var.
Peloquin ve Jackie, Boone’u görüyorlar. Bu ikisi Gecedölü, yani yer altına ait. Neyse, Peloquin Boone’a dalıyor, kurt gibi bir şey zaten. Bir dişliyor, kasları, etleri, meme ucunu falan hep götürüyor. İkinci dişlemeden önce polislerin geldiğini görünce uzuyor arkadaşıyla birlikte. Polislerle birlikte Decker da geliyor ve Boone’a cinayetleri kendisinin işlediğini söylüyor. Kendisi bir seri katil, işini çok iyi yapıyor ve ardında hiçbir iz bırakmıyor. Hastalıklı derecede özenli bir herif. Düğme gözlü ve fermuar ağızlı bir maskesi var, onu kullanıyor. Bu maskeye kimlik vermiş, konuşuyorlar falan. Doktor akıl hastası, zevk için cinayet işlediğini söylüyor falan. Boone bir katakulliyle Decker’ı atlatıp mekandan dışarı kaçıyor, o sırada sırtına kurşunu yiyor ve Decker, “Silahlı!” diye bağırıyor. Barker’ın yarattığı atmosfer gayet başarılı, bunun için bir dünya örnek vermek istemiyorum ama şunu almadan edemedim:
“Otomobillerinin arkasında toplanmış adamlar yalnızca onun kanlı ellerini gördüler. Suçlu olduğu yeterince açıktı. Silahlarını ateşlediler.
Boone kendisine doğru gelen kurşunları gördü. Soldan iki, sağdan üç, tam karşıdan kalbini hedefleyen bir tane. Kurşunların yavaşlığına, seslerinin uyumuna şaşacak kadar zamanı oldu. Sonra kurşunlar tek tek saplandı: Bacak, kasık, dalak, omuz, yanak ve kalp.” (s. 52)
“Yalnızca”, bir kelime sağa kayacak, onun dışında bir sıkıntısı yok. Neyse, The Matrix’ten önce yazılmış bir şey bu. Şahane.
Her şey böyle başlıyor. Sonrasında Boone’dan haber alamayan Lori, sevgilisinin peşine düşüyor. Eh, aşkla karışık korku hikâyesi bu. Gerçi öyle aman aman korkutmuyor ama türü sevenler için tatmin edici. İşte bu Decker’ın yediği haltları öğreniyor Lori, adamdan kaçıyor, Midian’a gidiyor, Boone’un izini sürüyor falan. Öldürülmek üzereyken Boone kurtarıyor bunu, tabii artık aşağıdakilerin arasına karıştığı için insan değil, yaşamıyor. Ölü ve şekil değiştirebiliyor falan. Sonrasında olaylar. Boone yakalanıyor, Narsis sayesinde uzuyor, Midian açığa çıkarılıyor, ufak çaplı bir savaş oluyor falan. Sonunda aşk kazanıyor deyip gayet bayık bir şekilde noktalıyorum.
Yani güzel; karakterlerin değişim geçirdiği sahneler vardı, anlatımı oldukça zor ayrıntılar gayet güzel aktarılmış, çevirmenin de başarısıyla. Boone’un dönüşümü mesela. Gayet okunması, korkulması.
Korku edebiyatının geleceğini gördüm… Adı Clive Barker’dı.
Fantastik tarzda yazılmış kitapları seviyorsanız sizin için çok uygun. Bazı bölümlerinde sıkılsam da genel anlamda beğendim. Kısa ve detaya fazla girilmemiş bir macera.
Beğendim tavsiye ederim ama cehennemlik yürek kitabını daha çok sevmiştim.
Çok beğendim anlatımı çok iyiydi.
Clive Barker’in okuduğum ilk kitabıydı ben gayet beğendim.
Bide kitap çok akıcı geldi bana.Sevdim.