“Öğreneceksin can; suyun boğmadığını, ateşin de yakmadığını. Lakin önce denize düşen Yunus, ateşe atılan İbrahim olmak gerektiğini öğreneceksin” dedi her kelimeyi bir kuyumcu hassasiyetiyle tartarak. Artık ikimiz de susmuştuk. Sadece sahile vuran dalgalar konuşuyor, irili ufaklı çakıllar da yerlerinden edilmiş olmanın rahatsızlığını haykırmak istercesine uğultulu seslerle mukabelede bulunuyorlardı. İşte o an bir hakikati daha anlamışçasına dönüp Abdal Baba’ya baktım. Galiba şu koca dünyada hepimiz birer sürgündük. Cennetten alınıp dünyaya gönderilen Hz. Âdem, rütbeleri sökülüp İstanbul’dan uzaklaştırılan Rıza Paşa ve bütün enginliğine rağmen yatacak bir yeri bile olmayan Abdal Baba. Ve yine tahsili için ailesinden ayrılmak zorunda kalan Alesia hatta sahildeki yüz binlerce çakıl taşı. Evet, hepimiz sürgündük. Hem öyle bir sürgündü ki bu, özümüzü bulup sonsuzluk yurduna ehil oluncaya kadar devam edecekti belki de…


Kitap Yorumları - (5 Yorum)
Başı sıkıcı olsa da okuduğum en güzel aşk romanlarından biriydi
Başlarda okurken biraz zorlandı kızım ama sayfalar ilerledikçe akıcı olduğunu ve çok beğendiğini söyledi
Sayfa sayısı çok diye gözünüz korkabilir fakat yazar o kadar akıcı bir dille anlatmış ki, gerçekten okurken elinizden bırakmak istemiyorsunuz. Arkadaşlarımla kitaplar hakkında sohbet etmeye başladığımız zaman tereddütsüz tavsiye ettiğim bir kitap. Bir yandan bir aşk hikayesini okurken diğer yandan Osmanlı’nın son yıllarına dair bir yolculuğa çıkıyorsunuz. Mutlaka ama mutlaka okumalısınız.
Yazarı kaliteli olunca kitap da haliyle kaliteli oluyor…
soluksuz okuyacağınız bir kitap…