Kentin en büyük ve lüks otelinin restoranında herkesin gözü önünde bir işadamı kulağının altından vurulmuş, katil de elinde susturucu takılmış tabancasıyla hiç acele etmeden kaçıp gitmiştir. Cinayet niçin işlenmiş olabilir? Martin Beck, cinayetin işlendiği restoranın kapısından girerken bu soruya cevap arıyordu.İsveç polisiyelerine bayılırım. Bu zevki bana Aydın Arıt'ın güzel Türkçesiyle çevrilen ve hiç ara vermeden altı cildini arka arkaya okuduğum Martin Beck dizisini kazandırmıştır Maj Sjöwall ile Per Wahlöö'nün birlikte yazdıkları bu dizinin Sjöwall'ın ölümüyle yarım kaldığını öğrendiğimde hüzünlenmiştim. Taşınmalarımın birinde elden çıkarmışım o kitapları. Bazen özlüyorum.Murathan Mangan-Milliyet Kültür & Sanat
“Oteldeki Cinayet”, Martin Beck dizisinin bütün kalıplarının yerli yerinde kullanıldığı bir roman. Her zamanki gibi bir cinayetle başlıyor hikaye; Stockholm’ün en büyük ve lüks otelinin restoranında, güpegündüz, herkesin gözü önünde bir iş adamına yaklaşan katil silahını ateşleyip öldürüyor adamı. Kimsenin müdahale etmesine fırsat bırakmayan katil ise elinde susturucu takılmış tabancasıyla hiç acele etmeden kaçıp gidiyor. Şimdi sıra Martin Beck ve ekibindedir. O yılların polis tekniklerinin yardımıyla titizlikle ve hiçbir prosedürü ihmal etmeden işe koyulurlar; tanıkların ifadesi alınır, katilin bindiği araba araştırılır, ölenin geçmişi araştırılır, gelen ihbarlar –inandırıcı olmayanlar bile- dikkate alınır. Ama kesin sonuca ulaşabilmek için her zamanki gibi biraz da şansa ihtiyaçları vardır. Elbette bütün bu soruşturma sürecinde gündelik olayları da sürmekte, Martin Beck ve arkadaşlarının özel hayatları da inişli çıkışlı bir grafik izlemektedir. Diğer Beck polisiyelerinde –aslında vasatın üzerindeki bütün çağdaş polisiyelerde- olduğu gibi “Oteldeki Cinayet”de de polisler –İtalyan ve Fransız polisiyelerindeki kadar duygusal ve sevimli olmamakla birlikte- insani boyutlarıyla çıkıyorlar karşımıza.
Kitap Yorumları - (1 Yorum)
“Oteldeki Cinayet”, Martin Beck dizisinin bütün kalıplarının yerli yerinde kullanıldığı bir roman. Her zamanki gibi bir cinayetle başlıyor hikaye; Stockholm’ün en büyük ve lüks otelinin restoranında, güpegündüz, herkesin gözü önünde bir iş adamına yaklaşan katil silahını ateşleyip öldürüyor adamı. Kimsenin müdahale etmesine fırsat bırakmayan katil ise elinde susturucu takılmış tabancasıyla hiç acele etmeden kaçıp gidiyor. Şimdi sıra Martin Beck ve ekibindedir. O yılların polis tekniklerinin yardımıyla titizlikle ve hiçbir prosedürü ihmal etmeden işe koyulurlar; tanıkların ifadesi alınır, katilin bindiği araba araştırılır, ölenin geçmişi araştırılır, gelen ihbarlar –inandırıcı olmayanlar bile- dikkate alınır. Ama kesin sonuca ulaşabilmek için her zamanki gibi biraz da şansa ihtiyaçları vardır. Elbette bütün bu soruşturma sürecinde gündelik olayları da sürmekte, Martin Beck ve arkadaşlarının özel hayatları da inişli çıkışlı bir grafik izlemektedir. Diğer Beck polisiyelerinde –aslında vasatın üzerindeki bütün çağdaş polisiyelerde- olduğu gibi “Oteldeki Cinayet”de de polisler –İtalyan ve Fransız polisiyelerindeki kadar duygusal ve sevimli olmamakla birlikte- insani boyutlarıyla çıkıyorlar karşımıza.